24 Mayıs 2008 Cumartesi

Nedir Bu Gözde Marka Tutkumuz? Vol I. - Simer Alışveriş Merkezi, Yeni Doğan Bir Güneş :)


Fark ettiğim üzere, bloglarımızın konusu genelde büyük markaların stratejileri üzerine olmuş. Oysa ki özellikle bu dönem edindiğimiz vizyon ile birlikte çevremizdeki herşeye pazarlama perspektifinden bakmayı öğrendiğimize artık inancım tam. Bu perspektifi ele alınca da evimizin yolu üzerindeki Simer Alışveriş Merkezi’nin elinden tutmaya karar verdim.

Günümüzde, Süper-Hiper-Mega marketlerin önlenemez yükselişiyle, küçük esnaf diye tabir ettiğimiz köşe başı ailemizin bakkalları, bundan biraz kendini sıyırıp olayını geliştirmiş ve adını Süpermarket yapmış biraz büyükçene marketlerimiz kan ağlar duruma gelmiştir. Şüphesiz ki bunda global ekomomik koşullar ve bizim hayat tarzımızdaki değişikliklerin de etkisi yadsınamaz elbette. Büyük olanın iyice büyüdüğü, küçüğün pes ettiği global şartlar ve bizim hayat tarzımızdaki, zırt-pırt markete gidilmez, tüm ihtiyaçlar en kısa zamanda ve en ucuza karşılanır zamandan ve ekonomik açıdan kar edilir yönündeki değişiklik, sokak arası bakkallarımız ve biraz büyük marketlerimiz açısından acı bir gerçektir bu aralar. Peki ne yapacak bizim Bakkal Arif Amcalar, Simer Süpermarketler? Kadere boyun eğmek mi, yoksa bir şekilde hayatta kalmak mı?

Tabii ki de, biz bu arkadaşlara gelin Kipa’yla Migros’la rekabet edin demiyoruz. Ama bir şekilde farklılaşma/farklılık yaratacaksın ki kendi ekmeğini çıkarasın. İşte konumuzun da başrolünü oynayan Balçova Sarmaşık Caddesi’nde kendini konumlamış olan Simer Alışveriş Merkezi, bu farkındalığı biraz olsun yaratmış durumda. Şöyle ki, farkındalığını tüm cephesi boyunca serdiği sebze-meyve reyonuyla ortaya koyan Simer, bu özelliğiyle ilgi odağı olmuş durumda. Oysa ki, pek de sergilendiği kadar süper bir durum söz konusu değil sebze ve meyvelerinde. Ama benim gözüme çarpan ve en can alıcı nokta, bu özelliğini güzel pazarlaması sayesinde, Balçova’nın en işlek ara caddelerinden biri olan bu caddeden geçen semt sakinleri ister istemez bir göz gezdiriyor bu reyona ve koyuyorlar 3-5 parça taze mahsül sepetlere. Ama asıl nokta da burada başlıyor işte. Müşterilerin, aldığı sebze meyveyi ödemek için marketin içinden geçmek ve boydan boya marketi dolaşmaları gerekiyor. Hal böyle olunca da, az önce bahsettiğim müşteri grubu – yani zırt-pırt markete gitmeyen, ucuza almayı seven, Kipa veya Migros'a gitmek için ayda biri bekleyen grup – gözüne çarpan ve o anda ihtiyacı olan birkaç ürünü de alıveriyor eline. Böylece zaten meyveden sebzeden ancak kuruşlarla hesap edilen karlar eden Simer, bu şekilde asıl hayat iksirini edinmiş oluyor. Aynı şekilde, Bakkal Arif Amcaların da %1’den daha az kar getiren Kent Kart doldurma aletini edinmelerinin sebebini de bu şekilde açıklamış olduk, pek güzel oldu.

Sesleniyorum herkese; küçük esnaf ölmesin ecelden, Simer’ciyiz ezelden :)
*Yazıya tekrar göz attıktan sonra gelen edit: Taktım ben bu Simer'e. Logosu ve yazı
tipi/karakteri üstünde de durmak lazım :)
*Poşetini gördükten sonra gelen tekrar gelen edit: Sloganı üstünde de çok şey yazmak gerek, "Adıyla, tadıyla, farkı fiyatıyla". Bu ne ya? İşimiz var seninle Simer, gel evladım marka yapıyorum seni.

2 yorum:

Melike Demirbağ Kaplan dedi ki...

Hahaha süper. Evet ilgilen sen bu arkadaşlarla.

Adsız dedi ki...

hehe iyi konu ama zor dostum zor artık kaderleri olduğu yerde saymaktan başka ne ki küçük esnafın..?